Bir cennetin sahibiymiş Berrin hanım. Bizlerin bildiği, önce
gelip kıyısına kayıklarımızı bağladığımız yerdi Berrin hanımın olan. Sonradan
öğrendik ki; başka cennetleri de varmış. Denizin bittiği karanın başladığı
kumsal ve ötesi dönüm dönüm arazi, bereketli tarım toprakları.
Tekneler bağlanıyordu
kocası Mehmet beyin yaptırdığı tahta iskeleye. Mehmet bey önce kendi
yapmışmış derme çatma iskeleyi, kayık mayık bağlamak için. Gelip gittikçe
zeytinlikleri,tarlayı sulamak için,göz kulak olmak için.
Sonra keşfedilince güzelim koy,karadan yolu olmayıp tek
ulaşımın denizden olduğu için iskelenin
daha güzelini, daha sağlamını sonradan ustasına yaptırmış.
Kızının, damadının,akrabadan aşçı Bayram’ın,Ahmet’in
çalıştığı lokanta öyle doğmuş.
Her yolu düşüp gelen “Aman allahım, ne güzel bir yer
burası”deyip deyip dururlarmış.
Mavinin her tonundan deniz, Berrin hanımın kıyısında yeşile
dönüştüğünde günün ışığı ne pırıltılarla bakanı göreni şaşkına çevirirmiş.
Koyu kaplayan kayaları bezeyen kekiklerin mis koktuğu,
kekliklerin de kıkırdaştıkları bahçe, balıkçıların, toprak tutkunlarının uğrağı
kadar denizcilerin de bayıldığı yer olmuş.
Akşamüstü güneş cayırtısıyla ışığını kenara köşeye çekmeye
başlayınca damat Tarık’da yeşil tahta masalara beyaz yıkanmış mis örtülerini
serer,yeşil tahta sandalyelere minderlerini koyar, uçmasın diye de bağlar,
akşamın her türlü sürprizine hazırlarmış güzelim bahçeyi.
Berrin hanımla Mehmet beyin kızı, yakışıklı Tarık’ın eşi
Zerrin de özene bezene giydiği akşam kılığıyla şöyle ortalıkta salınır,
denizden, tekneden gelen konuklarını karşılarmış. Aşçı Bayram gümbür gümbür
sesiyle mutfaktan dışarı kara saçlı başını uzatmadan edemez, hanım konuklara
muzipçe laf attıktan sonra harlı ateşin başına geçermiş.
Mehmet bey deseniz, sabah kahvaltıdan sonra,kayığıyla
çıktığı alış-veriş yorgunluğunu tatlı kestirmelerle azaltmış olarak beyazlar
içinde elinde sigarası tüte tüte,bahçenin gerisinden, karaya çıkanları süzer,
eğer görünürse saygısını asla esirgemeden, güldü mü daha çok kırışan ihtiyar
gülüşüyle biraz mahçup, konuklara “merhaba” dermiş.
O topraklarda doğup büyüyüp, okumaya gönül veren kavruk
çocuk Mehmet, n’apıp edip eğitim enstitüsünden ingilizce öğretmeni olarak
çıkmayı başarmış ender oralılardanmış.
Mehmet sonracıma, Berrin hanımla evlenmiş.
Parmak kadar kapkara kaşlı, kapkara gözlü,ekmek yüzlü
Söğüt’ün güzeli Berrin hanım da, oranın çift çubuk sahabı bir babanın kızı
olacak ki; Mehmet beyle evlenirken tarlalarını, bahçelerini çeyiz olarak
getirmiş, Mehmet beye vermiş.
Bir kızları bir de oğlanları olmuş. Ki; kızları Zerrin
bahçenin genç patroniçesi yakışıklı Tarık’ı içgüveysi olarak getirmiş oraya.
Yok, yok Tarık önce çalışmak için gelmiş Mehmet beyin yanına. Yakışıklılığının
yanısıra, iyiliği yüzünden okunan bu çocuk bir de çalışkanmış, bir de
çalışkanmış... Herkes bayılmış Tarık’a.
Tarık’ta koşulsuz- şartsız herkesin yardımına koşar, hiç ama
hiç bir işten erinmezmiş.
Zerrin’de napmış? Tarık’a gönül koymuş. Evlenmişler, pek te
iyi yapmışlar. Birbirlerine pek yakışan çift olmuşlar. Bir de analarının
toprağının üzerinde babalarının kurduğu işletmeye daha bir güç, daha bir can
katmışlar ikisi bir olup.
Mehmet beyin baba tarafından akrabasının oğlu olan aşçı
Bayram ise; oranın yıldızı, ‘olmazsa olmaz’ simasıymış.
Babası ölünce Mehmet bey almış onu da yanına. Bayran n’etmiş,
etmiş, klarnet çalmayı öğrenmiş.
Klarnetle nasıl tanışmış, eline nasıl gelmiş bilinmez ama daha sonradan
hatırlı abilerinin armağanı klarnetlerle konuklarına dinletiler sunmaktaymış.
Cayır cayır ocağın başında işi bitip, onca milleti
doyurduktan, kedilerine mamalarını vermeyi ihmal etmeden, üstünü başını
çıkarır, yıkanır paklanır, temiz giyisilerini giyip, saçlarını yapıştırıp
asılırmış klarnetine.
Koy inlermiş dokunaklı, neşeli nağmeleriyle...Şarkılar
yıldızlara ulaşır, denizin şıkırtısıyla kıvama girermiş, geceler şenlenirmiş
böyle.
Yeni baba olan yardımcı Ahmet, mutfağın son kalan işlerini
toparladıktan sonra, hem karısını hem bebeğini düşünür,kayığında uykuya
saklarmış hülyalarını.
Peki Berrin hanım naparmış?...
Onca toprağın, onca çift çubuğun sahibesi Berrin hanım, ne
bir gün oralı hanım patronluna özenmiş, ne birgün, sürüp sürüştürmeye, ne bir
gün giyinip kuşanmaya, ne bir gün “şöyle bir şehirli hanım olayım”demeğe
özenmiş.
Hiç özenmemiş mi?..Hiç özenmemiş işte.
Horozların sesiyle
uyanıp, günün ilk ışığıyla gözünü açan Ayşe, hemen soluğu yukarda alınca
genzine dolan kekik kokusunu içine çekerken Berrin hanımı sırtında çalı
çırpıyla tavukların yanından gelişini görürmüş.
Keklik kıkırdaşmalarıyla kulaklarını şenlendiriken denizin
mavisinden gözünü bahçeye kaydırdığında ise, ohooo çoktan çalı çırpıyla tutşmuş
bahçedeki ocağın çizgi gbi gökyüzüne yollanan dumanını hem görür, hem de
kokusunu duyamış.
Berrin hanım hamur ekmeklerini sıra sıra küreğe dizer de sürermiş
ocağın içine.
Eğer yüz yıkamaya, hacet gidermeye bahçenin o tarafına yönelen misafir
tanıdıklar varsa, içine kendi ürünü tereyağından sürdüğü sıcak ekmek parçalarını ellerine
tutuşturmadan göndermezmiş.
Bunu yaparken de, gülmez, parmak kaşlarını koyultarak delici bakışlarla bakarmış yüzlerine. Eskaza, "Reddedersen ikramı, reddemezsin,
bil!".. demek istermişcesine.
Berrin hanım, otururken dürbünü elinden eksik etmezmiş.
Doğrusu dürbünle bakmak için otururmuş sandalyeye eğreti.
Koyun çepeçevre kayalıklarına tırmanan keçilerindeymiş gözü.
Hamile olan sarıkız yüklüymüş, doğurdu doğuracakmış. Ah niye salıvermiş ki, ya
oracığa doğurusa da akşam düşerken tilki yeni doğum yapmış anayı parçalayıp, yavruyu kapıp kaçarsa...diye gözlermiş,
tararmış, kayaları, çalıları, otlakları....
Kendi söylemezmiş ama bunları hiç. Zaten öyle uzun uzun
konuştuğu hiç görülmemiş, işitilmemiş Berrin hanımın.
Kızı Zerrin anlatırmış anasının dilinden dürbünle
bakmasını...
Berrin hanım, arkadaki sebze bahçesini yapar, olgunlaşan
domatesi, salatalığı, biberi,patlıcanı, kabağı toparlarmış hep.
Ansızın fırtına koptuğunda bir bakmışlar ki; Berrin hanım yeni yapılmakta olan güneş
enerjisi klubesinin daha kapatılmamış çatısının naylonunu uçmasın diye
sıkılayıp sağlamlarmış.
Neyse ki, doğurmadan,karnında indirmiş Sarıkız bebesini aşağıya.
Berrin hanım, çitli telli bahçeye kapamış keçisini. Yanına diğer hamile siyah
beyazı da komuş. Gidip gelip beklermiş. “Yok bunun doğuracağı” diye de
sabırsızlanıp söylenirmiş.
Sarıkız sonunda,alışılmışın dışında incecikten sızılı bir meeee’lemeyle haber
salmış. Teknedeki Ayşe’de Berrin hanım ve Zerrin’le aynı anda dikelmişler.
Berrin hanım önde, Zerrin arkada koşmuşlar.
Ayşe bağırmış, “geliyor mu bebe”diye. Zerrin “evet”demiş
heyecanla...
Kıyıdakiler elleri bellerinde o tarafa bakmışlar, bakmışlar,"bebeğin geleceği yok!" deyip yerlerine geri dönmüşler.
Berrin hanım, Sarıkızın karnını ovalamış, ovalamış... Sonra
eğilmiş toprağa.
Doğmuş bebe...Zerrin “doğdu Ayş’ablaaa” diye sevinçle
seslenmiş denize doğru.
Hemen telefonuyla çektiği fotoğrafı gönderivermiş 'pıt' diye, ıslak kahverengi keçi bebe anneciğinin dibinde yatarken.
Sonra Berrin hanım Sarıkızı boynundaki bağından çeke çeke götürmüş arkalara. Kucağında
da yeni doğmuş bebe.
Akşam da kara zamanı, Zerrin “Annem hep sarıkızın yanında..Huysuzlanıyor
ana da bebe de”... diye güncellemiş durumu.
Berrin hanım,15 günlük Naz’ı da, annesini zorla yakalayıp
bebesini beslesin diye memesine bir yapıtırmış ki, görenler çobanlıkta yıldızlı
pekiyi’yi Berrin hanıma vermekten bir an bile geri durmamışlar.
Berrin hanım, Berrin hanım, şu Naz’ı sevdiğin gibi Zerrin’le
Levent’i de sevdinmiydi bebekken?...diye
sorulduğunda, yüzündeki çatık kaşlı ifade gevşeyip yumuşamış anlık ta olsa.
“sevmem miii?”demiş.
Berrin hanım, Mehmet beyin içmesine kızarmış pek çok.
Sevincinin görülemediği güneş çalığı güzel yüzünde kızgınlık, acı ve hüzün zahmetsizce
belirip Mehmet beyin içkisiyle açıklanırmış ayan beyan.
Zerrin ise; “annem çobanlığı hep sevdi, hiç bırakmadı”
dermiş de Berrin hanım, derinlerindeki "kadın"ın içkisine hırçınlanıp kızdığı "bey"inin günün
yorgunluğunun, bastıran mahmurluğunun yamacında istemesini bir allahın kulu
aklına getirmez miymiş ki, Mehmet beyin kulağına gizliden fısıldasın.
Fısıldasın da gülerken kırışığıyla daha ihtiyar yüzlü Mehmet bey, "Hımmmm" desin.